(Mekke’de inmiştir; 7 ayettir.)
(Bu sûreye başlangıç anlamında el-Fâtiha, Kur’ân’ın başlangıcı anlamında Fâtıhatu’l-Kitab denilmiştir. Yine ikinci ayeti Allah’a hamd ile başladığı için Hamd ve yedi ayetten oluşup iki defa indiğinden Seb’u’l-Mesani diye adlandırılmıştır.)
- Rahman ve Rahîm Allah’ın adıyla…
- Hamt, âlemlerin Rabbi Allah’adır.
- Rahman’dır, Rahîm’dir O.
- Din gününün Mâlik’idir O…
- Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz.
- Dosdoğru giden yola ilet bizi…
- Kendilerine nimet verdiklerinin, üzerlerine gazap dökülmemişlerin, şaşkınlığa saplanmamışların yoluna…
- (Her Müslümanın günlük namazlarında bu sûreyi okumasının farz oluşu, bu sûrenin dini öğretiler arasında büyük bir önem taşıdığını gösterir. Bu sûrenin önemini ve onu okumanın kişinin manevi yönden yücelmesinde büyük bir etkiye sahip olduğunu bildiren birçok hadis Peygamber ve Ehl-i Beyt imamlarından nakledilmiştir. Hz. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Fâtihatu’l-Kitab’sız namaz olmaz.”. İmam Ca’fer-i Sadık (a.s) da bu sûrenin ruh ve bedendeki etkisine işaretle: “Eğer Fatiha sûresini bir ölüye yetmiş kere okuduktan sonra o ölü dirilirse buna şaşırmamak gerekir.” diye buyurmuştur. (el-Kafi c. 2 s. 623) Bu sûre, bir yandan Allah’a hamd ve senayı diğer yandan yakarış ve duayı içerir. Böylece ruhu okşayan ilahi bir nağme ve kulluğun ameli bir eğitimi olmanın yanı sıra fikir alanında da dinde temel ilke olan tevhit ilkesini, en kapsamlı ve en derin anlamıyla açıklamaktadır. Şöyle ki, Allah’ın bütün âlemlerin sahibi olduğu vurgulanarak her türlü şirk ve guluv inancı iptal edilmekte sonra bu mutlak egemenliğin en belirgin yönünün kuşatıcı ve kalıcı bir merhamet olduğu vurgulanmaktadır. Daha sonra Allah, mükafat günün sahibi olarak tanıtılarak tevhid inancının tabii bir sonucu olarak yaratılışın başıboş, hedefsiz olmadığı bildirilmekte ve ahiret inancı açıklanmaktadır. Mükafat ve ceza gününün Allah’ın mutlak ege menliğinin tecellisi altında gerçekleşeceğinin tekit edilmesi insanın hiçbir durumda ümidini yitirmemesi gerektiğine işaret eder, böylece onun ümit ve korku içinde bütün davranışlarına yön vermesi sağlanır. Sonra hak yolu tanıma ve takıp etmede Allah’ın seçkin kıldığı kişileri tanımanın ve onların yolunu takip etmenin önemi dile getirilir. Böylece peygamberlere ve masum imamlara uymanın önemi vurgulanır. Son olarak da bu yolun kesin çizgilerinin olduğu ve hak yolu takip etmenin ancak hakka karşı olanlardan ayrılmakla, onları reddetmekle mümkün olduğu beyan edilir.). (“Bizi doğru yola ilet” yani bizi, ömrümüzün geri kalan kısmında da sana itaat etmeye muvaffak eyle! Hayat canlı bir süreç olarak sürekli insanı farklı tavırlar ortaya koymak zorunda bırakır. Bu tavırlar; eğilimler, davranışlar, etki ve tepkiler olarak kendini gösterir.Tüm bu süreçte insanın Allah’ın belirlediği çizgi üzerinde hareket etmesi ve O’nun rızası doğrultusunda ilerlemesi, doğru yol üzere olmasını sağlar. Buna göre ayetten şu anlam çıkıyor: “Bizi her gün için karşılaştığımız olaylara karşı ortaya koyduğumuz tavırlarda batıla eğilim göstermeden yalnız senin emirlerini gözetmeye muvaffak eyle!” Dolayısıyla doğru yoldan maksat; gerek inanç ve akide, gerekse ahlak, tutum ve davranışlar alanında kişinin hem aşırılık ve hem de tefrit içinde olmaması, batıla eğilim göstermemesi ve orta yolu takip etmesidir. Örneğin inanç alanında hakka sarılma iddiasını taşıyan bir kişi guluv (aşırılık) veya taksir (eksiklik) içinde olursa, doğru yoldan uzaklaşmış olur. Ancak dünyada bu doğru inanca sahip olan kişi, ahirette cennete giden doğru yolu takip edebilir ve bu yoldan cehenneme doğru sapmaz. bk. Tefsir-i İmam Hasan Askerî ve Meani’l-Ahbar-i Saduk, s.33.)