Mekke’de inmiştir; 52 ayettir.
Birinci ayetinde kaleme yemin edildiği için bu adla anılmıştır. Bu sûreye “Nûn” Sûresi de denir. İmam Sadık (a.s)’ın şöyle dediği nakledilmiştir: “Kim Nun ve’l-kalem sûresini farz veya nafile namazlarında okursa, Allah Teala onu fakirliğe duçar olmaktan güvende tutar ve kabir sıkmasından korur.” (bk. Sevabu’l-A’mal.)
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla
- Nûn! Yemin olsun kaleme ve satır satır yazdıklarına
- Ki sen, cin tasallutuna uğramış değilsin; Rabbinin nimeti sayesinde,
- Senin için kesintisiz bir ödül var.
- Ve gerçekten sen, çok büyük bir ahlak üzerindesin.
- Yakında göreceksin, onlar da görecekler,
- Hanginizmiş fitneye tutulan, deliren!
- Senin Rabbin, evet O’dur kendi yolundan kimin saptığını en iyi bilen. Ve O’dur kimin doğruya ve güzele kılavuzlandığını en iyi bilen.
- O halde, yalanlayanlara itaat etme!
- İstediler ki sen, alttan alıp gevşek davranasın ki onlarda yumuşaklık göstersinler.
- Şunların hiçbirine eğilme, uyma: Çok yemin eden, bayağı-alçak,
- Alaycı, koğuculuk için dolaşıp duran,
- Hayrı engelleyen, sınır tanımaz-saldırgan, günaha batmış,
- Kaba, bütün bunlardan sonra da soyu bozuk, kötülükle damgalı.
- Mal ve oğullar sahibi olmuş da ne olmuş?
- Ayetlerimiz ona okunduğunda şöyle der: “Daha öncekilerin masalları!”
- Yakında biz onun hortumu üzerine damga basacağız.
- Biz onları, o bahçe sahiplerini belalandırdığımız gibi belalandırdık. Hani, onlar sabaha çıktıklarında, bahçeyi mutlaka kesip biçeceklerine yemin etmişlerdi.
- Hiçbir istisna tanımıyorlardı.
- Ama onlar uyumaktayken, Rabbinden gelen bir dolaşıcı bahçeyi dolaştı da,
- O, simsiyah kesiliverdi.
- Sabaha çıktıklarında birbirlerine seslendiler:
- “Hadi, eğer biçecekseniz ekininize erken gidin.”
- Yola koyuldular. Aralarında fısıldaşıyorlardı:
- “Hey! Bugün oraya bir yoksul girip yanınıza gelmesin!”
- Sadece engellemeye, şiddete güçleri yeten kişiler olarak erkenden vardılar.
- Fakat bahçeyi görünce: “Yahu, biz yanlış gelmişiz.” dediler!
- “Hayır, hayır! Biz mahrum edilenleriz.”
- Ilımlı olanı şöyle dedi: “Ben size söylemedim mi? Tespih etseydiniz ya!”
- O zaman dediler ki: “Tespih ederiz seni, ey Rabbimiz! Gerçekten biz zalimler olduk.”
- Bunun üzerine birbirlerini kınamaya başladılar.
- “Yazıklar olsun bize, dediler, biz gerçekten azgınlarmışız!”
- “Umarız, Rabbimiz bize onun yerine daha hayırlısını verir. Biz de her şeyimizle Rabbimize yöneliriz.”
- İşte böyledir azap! Âhiretin azabı ise gerçekten çok daha büyüktür. Bir bilselerdi!
- Takva sahipleri için, Rableri katında nimetlerle dolu cennetler vardır.
- Biz, Allah’a teslim olanları, suçlular gibi yapar mıyız?
- Neniz var sizin, nasıl hüküm veriyorsunuz?
- Yoksa sizin bir kitabınız var da ondan ders mi görüyorsunuz?
- Onda, keyfinize uyan her şeyi rahatça buluyorsunuz.
- Yoksa sizin lehinize üzerimizde kıyamete kadar uzanacak yeminler mi var da siz ne hükmederseniz oluverecek!
- Sor onlara: “Böyle bir şeye hangisi kefil?”
- Yoksa kendilerinin ortakları mı var? Eğer doğru sözlüler iseler, çağırıversinler ortaklarını!
- Baldırın çıplak kalacağı, secdelere çağrılacakları gün, onu da yapamayacaklar.
- Gözleri yere eğilmiş, benliklerini zillet kaplamıştır. Onlar, sapasağlam oldukları zaman da secde etmeye çağrılıyorlardı.
- Bu sözü yalanlayanla beni baş başa bırak. Onları, bilmedikleri yerden yakalayacağız.
- Süre tanıyorum onlara. Tuzağım gerçekten zorludur benim.
- Bir ücret mi istiyorsun kendilerinden de onlar, bir borç altında eziliyorlar!
- Yoksa gayb, yanlarında da onlar mı yazıyorlar?
- Artık, Rabbinin hüküm vermesi için sabret! Balığın dostu Yûnus gibi olma! Hani o, öfkelendirilmiş bir halde yakarmıştı.
- Eğer ona, Rabbinden bir nimet ulaşmasaydı, horlanmış bir halde cascavlak bir yere atılırdı.
- Fakat Rabbi onu seçip yüceltti ve barışseverlerden yaptı.
- O küfre sapanlar, Kur’an’ı işittiklerinde az kalsın gözleriyle seni devireceklerdi. “Bu tam bir cinlidir.” diyorlardı.
- Oysaki o Kur’an âlemler için bir öğütten başka şey değildir.